Pages

Search This Blog

31 Ocak 2011 Pazartesi

Bir Kıssa Bin Hisse: Allah Kulundan Vazgeçmez

Bir Kıssa Bin Hisse: İpin Sırrı

Bir Kıssa Bin Hisse Hikayesi


        Bağdat'ta dul çaresiz ve kimsesiz bir kadın vardı .Bu kadının da bakmakla hükümlü olduğu altı öksüz çocuğu ve ihtiyar anası buluyordu.Kadın geçimini sağlamak için bir hafta uğraşır el emeği göz nuru iplik eğirir bunlarla pazara çıkar anası ile çocuklarının rızkını bu şekilde teymin etmeye çalışırdı.Karınları tam doymasa da aç açık kalmazlar geçinip giderlerdi.Gün akşamlanır, doğan ölür, açan solar olan oldu.Bu dul kadın vakit saat erişince ölümü geldi.Kadının ölümünden sonra 6altı öksüzü, kendisine bile zor bakan anasına kala kaldı.Kadın yaşlılığın vermiş olduğu güçsüzlükle pazara her hafta çıkamıyor ama durmadan ip eğiriyordu.Epeyce zaman baktı ki 600 dirhem edecek kadar  ip eğirmişti.Artık  bunları pazara götürüp satmanın zamanı gelmiştir deyip pazarın yolunu tuttu.Yol boyunca da içinden şu duayı etti "Ya Rabbi bu öksüzlerin yetimlerin rızkını ver.Bunların Senden başka koruyup gözeteni yok.Ben ve bu altı yetip sana emanetiz.Gayrısını Sen bilirsin." Kendisini pazar yoluna iletecek yolda ilerlemekteyken Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretlerin evinin önünden geçti.Evinin önünde onu ve müritlerinin sabah namazı için dışarı çıktıklarını görünce durakladı.Şeyhe saygı gösterdi.Şeyh de ona nereye gittiğini sordu.
"Bacı hoşgeldin.Nereden geldin Nereye gidersin."
"Bir miktar ipliğim var.Pazara götürüp onu satacağım.Yetimlerimin rızkını çıkarmayı ümit ediyorum..
"İpi benim satmamı ister misin.Benden 600 dirhem ip isteniyor.Senin için bu ipi ben satayım."
"Memnuniyetle efendim.Ne demek lütuf buyurmuş olursunuz" dedi ve ipi Abdulkadir Geylani Hazretleri verdi.Abdulkadir Geylani Hazretleri kadından aldığı ipi mescidin damına fırlattı.İpi atmasıyla birlikte nereden geldiği belli olmayan büyük bir kuş ipi kaptı ve uzaklaştı. Kadın
" Bu nasıl şaka.O benim çocuklarımın rızkıydı"diye kendi kendine söylenmeye başlayınca müritler   itiraz etmemesi için işaret ettiler.Kadında olan bitinden fazla bir şey anlamasa da
 600 dirhem alacağımı düşünerek 
" Koskoça Şeyh yalan söyleyecek değil ya" diyerek den daha fazla bir şey söylemedi.
Abdulkadir Geylani Hazretleride " Hatun merak etme ipliklerini satmaya gitti.Ne kadar ettiyse alırsın.Merak etme paran kalmaz" dedi.Kadın"Pekala siz öyle diyorsanız" diyerek evine gitti.
Ertesi gün ilk iş Şeyhin yanına gitmekti 
"Satmaya gönderdiğiniz ip satıldı mı?" Abdulkadir Geylani Hazretleri
"İpler satıldı fakat henüz parası gelmedi.Korkma endişelenme bir hafta içerisinde parası da gelir nasılsa" Kadın bir hafta sonra Şeyhin huzurundaydı. Para gelmemişti.Şeyh
" Yarın gel paranı al" dedi.Kadın "Neden pazarın yolunu tutmadım ki " diyerek giderken Şeyhin sadık müritleri 
"Bu kadar sabrettin bir gün daha sabret Yüce Mevla ne gösterecek" dediler.
Müritler işin hikmetinin derdindeydi kadın ise paranın.Beklene gün geldi çattı.Ertesi gün Abdulkadir Geylani Hazretlerin huzuruna hiç görülmemiş bir heyet geldiler ve hiçbir şey söylemeden bin altın taktim ettiler .Müritler bu altını niye taktim ettiklerini sordu heyete.Heyette başladılar anlatmaya:
"Biz tüccarız. Gemiye ile ticaret ederken fırtınanın ortasında kaldık.Yelkeniniz bu fırtınaya dayanamadı ve yırtıldı. Ne yapacağımızı bilmiyorduk.600 dirhem ip gerekliydi bu yelkenleri onarmak için.Ama bu denizin ortasında nerede bulacaktık bu ipi.Bizde onun için Rabbimize dua ettik ve Abdulkadir Geylani Hazretleri yüzü suyu hürmetine dedik.Sonra 1000 altın vereceğimizi vaat ettik.Bir den bir kuş 600 dirhemlik ipi güvertenin ön tarafına bıraktı gitti.İşte o can havliyle verilen sözün gönülden yapılan 1000 altındır"
Sonra Abdulkadir Geylani Hazretleri altınları kadına verdi."Senin ki kadar kazançlı oldu mu?" dedi. Kadınım eli ayağı titriyorudu.Artık zengin olmuştu vr onun duası da kabul olmuştu.  


Bir Kıssa Bin Hisse / İpin Sırrı / video izle


Filistin Direniş Marşları La İlahe İllallah

Filistin Direniş Marşları La İlahe İllallah

29 Ocak 2011 Cumartesi

Cübbeli Ahmet Hoca Mal ve Evlat Sevgisi Sohbeti

Mal ve Evlat Sevgisi 1.Bölüm


 


Mal ve Evlat Sevgisi 2.Bölüm





Mal ve Evlat Sevgisi 3.Bölüm



Mal ve Evlat Sevgisi 4.Bölüm




Mal ve Evlat Sevgisi 5.Bölüm


Rüku ve Sücudda Örnek Alınan Dede... Hazreti Ebubekir...

      Sahabeden Abdullah bin Zübeyir(RA) hakkında şöyle denmiştir; “İbn-i Zübeyir o kadar uzun ve hareketsiz secde ederdi ki kuşlar gelip sırtına konardı. Bazen o kadar uzun rükû ederdi ki bütün geceyi rükûda geçirirdi. Bazen de secdesi o kadar uzardı ki, bütün geceyi secdede geçerdi.” (İbn-i Zübeyir namazda derinliği muhterem dedesi Hz. Ebubekir’den(RA) öğrenmişti.)

25 Ocak 2011 Salı

Peygamberimizin Mübarek İsimleri

Peygamberimizin  Mübarek İsimleri-Adları

Abdullah: Allah (cc)' ın kulu




Âbid: Kulluk eden, ibadet eden



Âdil: Adaletli

...

Ahmed: En çok övülmiş, sevilmiş



Ahsen: En güzel



Alî: Çok yüce



Âlim: Bilgin, bilen



Allâme: Çok bilen



Âmil: İşleyici, iş ve aksiyon sahibi



Aziz: Çok yüce, çok şerefli olan



Beşir: Müjdeleyici



Burhan: Sağlam delil



Cebbâr: Kahredici, gâlip



Cevâd: Cömert



Ecved: En iyi, en cömert



Ekrem: En şerefli



Emin: Doğru ve güvenilir kimse



Fadlullah: Allah-ü Teâlanın ihsânı, fazlına ulaşan



Fâruk: Hakkı ve bâtılı ayıran



Fettâh: Yoldaki engelleri kaldıran



Gâlip: Hâkim ve üstün olan



Ganî: Zengin



Habib: Sevgili, çok sevilen



Hâdi: Doğru yola götüren



Hâfız: Muhafaza edici



Halîl: Dost



Halîm: Yumuşak huylu



Hâlis: saf, temiz



Hâmid: Hamd edici, övücü



Hammâd: Çok hamdeden



Hanîf: Hakikate sımsıkı sarılan



Kamer: Ay



Kayyim: Görüp, gözeten



Kerîm: Çok cömert, çok şerefli



Mâcid: Yüce ve şerefli



Mahmûd: Övülen



Mansûr: Zafere kavuşturulmuş



Mâsum: Suçsuz, günahsız



Medenî: Şehirli, bilgilive görgülü



Mehdî: Hidayet eden, doğru yola erdiren



Mekkî: Mekkeli



Merhûm: Rahmetle bezenmiş



Mes'ûd: Mutlu



Metîn: Çok sağlam ve güçlü



Muallim: Öğretici



Muktedâ: Peşinden gidilen



Mübârek: Uğurlu, hayırlı, bereketli



Müctebâ: Seçilmiş



Mükerrem: Şerefli, yüce



Müktefî: İktifâ eden, yetinen



Münîr: Nurlandıran, aydınlatan



Mürsel: Elçilikle görevlendirilmiş



Mürtezâ: Beğenilmiş, seçilmiş



Muslih: Islah edeci, düzene koyucu



Mustafa: Çok arınmış



Müstakîm: Doğru yolda olan



Mutî: Hakka itaat eden



Mu'tî: Veren ihsân eden



Muzaffer: Zafer kazanan, üstün olan



Müşâvir: Kendisine danışılan



Nakî: Çok temiz



Nakîb: Halkın iyisi, kavmin en seçkini



Nâsih: Öğüt veren



Nâtık: Konuşan, nutuk veren



Nebî: Peygamber



Neciyullah: Allah' ın sırdaşı



Necm(i): Yıldız



Nesîb: Asil, temiz soydan gelen



Nezîr: Uyarıcı, korkutucu



Nimet: İyilik, dirlik ve mutluluk



Nûr: Işık, aydınlık



Râfi: Yükselten



Râgıb: Rağbet eden, isteyen



Rahîm: Mü'minleri çok seven



Râzî: Kabul eden, hoşnut olan



Resûl: Elçi



Reşîd: akıllı, olgun, iyi yola götürücü



Saîd: Mutlu



Sâbir: Sabreden, güçlüklere dayanan



Sâdullah: Allah' ın mübârek kulu



Sâdık: Doğru olan, gerçekci



Saffet: Arınmış, seçkin kişi



Sâhib: Mâlik, arkadaş, sohbet edici



Sâlih: iyi ve güzel huylu



Selâm: Noksan ve ayıptan emin olan



Seyfullah: Allah' ın kılıcı



Seyyid: Efendi



Şâfi: Şefaat edici



Şâkir: Şükredici



Tâhâ: Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi



Tâhir: Çok temiz



Takî: Haramlardan kaçınan



Tayyib: Helal, temiz, güzel, hoş



Vâfi: Sözünde duran, sözünün eri



Vâiz: Nasihat eden



Vâsıl: Kulu Rabb'ine ulaştıran



Yâsîn: Kur'ân-ı Kerîm' deki ismi, gerçek insan, insan-ı kâmil



Zâhid: Mâsivadan yüz çeviren



Zâkir: Allah' ı çok ananDevamını Gör

31 Aralık Mekke'nin Fethinin 1379 yılı Kutlu Olsun

31 Aralık MEKKENiN fethinin 1379 yılı KUTLU OLSUN.


BEYTULLAH

Bir sancak altında kaç milyon insan,

Ne tenleri benzer, ne dilde lisan...

Olmuşlar... Tek yürek, tek beden de can;

İnsanlığı gördüm... Beytullah'ta ben...



Yedi bağın gülü, aynı destede,

Yetmiş iki millet, aynı listede,

Kaç milyon ''Âmin'' der, aynı bestede;

Tevhîd'le haşroldum... Beytullah'ta ben...



Sînelerde alev, ne kül ne duman,

Dillerde bir soru: ''Vuslat ne zaman?''

Cehennem söndürür, böylesi îman...

Aşk ne imiş gördüm... Beytullah'ta ben...



Okyanuslar aşmış, gelmiş nicesi,

Aç, susuz, uykusuz, gündüz gecesi...

Her nefes, dilinde Kur'ân hecesi;

Sevdâlılar gördüm... Beytullah'ta ben...



Rabb'in o davetli misafirleri;

Doldurmuş, Mekke'de her karış yeri.

Dillerinde dinmez, ''LEBBEYK'' sesleri,

Arş'a yollar gördüm... Beytullah'ta ben...



Bir damla misâli, kapılmış sele;

Zengin, fakir, paşa, nefer elele...

Yan yana secd'eder, sultanla köle;

Mahşerle tanıştım... Beytullah'ta ben...



Kimi görmez gözü, elinde âsâ;

Lâkin, kalp gözünü açmış devâsa...

Yüzünde tebessüm, ne gam, ne tasa,

Döner durur gördüm... Beytullah'ta ben...



Kimi, ayağında yarım çarığı;

Kaç yerinden kanar, topuk yarığı...

Meğerse; kefenmiş başta sarığı,

Ne âşıklar gördüm... Beytullah'ta ben...



Baktım... Sofrasında, nice melekler;

Bir tas zemzem suyu, kuru ekmekler,

Gözleri Kâbe'de iftarı bekler,

Tokluğuma yandım... Beytullah'ta ben...



Bir zerre gözü yok, dünya aşında,

Âhir rızkın arar, harman başında,

Rabb'in nazarını, Kâbe taşında;

Gören gözler gördüm... Beytullah'ta ben...



Kimi bahardadır, görmemiş yazı,

Kiminin geçiyor, Mevlâ'ya nazı;

Kılınır Kâbe'de vedâ namazı,

İmrendim.. El açtım, Beytullah'ta ben...



Kiminde kalmamış, derman bacakta;

İki büklüm yürür, gitmez kucakta...

Erimiş.. Kaybolmuş.. Cenâb-ı Hakk'ta

Pervaneler gördüm.. Beytullah'ta ben...



O kambur sırtında, eski torbası,

Torbasında sanki, Cennet urbası..

Hele bir, kıyamda var ki durması;

Göz göz oldum, doldum... Beytullah'ta ben...



Bin rütbeyi, bir secdede atlayan,

Bir secdeyi, yüz binlere katlayan,

Bu kârını meleklerle kutlayan,

Ne tâcirler gördüm... Beytullah'ta ben...



Hacerü'l-Esved'de adın yazdıran,

Îman pençesinde, nefsi ezdiren,

Yücelen ruhuna, Arş'ı gezdiren,

Ne veliler gördüm... Beytullah'ta ben...



Unutmuş... Dünyanın vefâ derdini,

Yıkmış... Kalbindeki, riyâ bendini,

Öyle teslim etmiş, Hakk'a kendini;

Canda Cânân gördüm... Beytullah'ta ben...



Bir sevdâ seli var, Safâ Merve'de;

Damlalar köpürmüş, vecde girmede.

Nice peygamberler, nice zirvede;

Durup bakar gördüm... Beytullah'ta ben...



İbrahim Makâmı, sultan sofrası;

Sunulur herkese, bir kevser tası...

Bir cennet şöleni, perde arkası,

Ne sahneler gördüm... Beytullah'ta ben...



Melekler almışlar, şölenden payı;

Sarmışlar, Kâbe'de bütün semayı.

Kalem anlatamaz, bu içtimayı,

Âciz bir kul oldum... Beytullah'ta ben...



Kaç yerinden açılmış, gökte kapılar;

Ardında saraylar, zümrüt yapılar,

Vâdeleri sonsuz, nice tapular;

Elden ele gördüm... Beytullah'ta ben...



Durdum da, tavâfı seyrettim hayran;

Gördüm: Bir kâinat misâli devran...

Hangisi melektir, hangisi insan?

Şaşırdım çok zaman... Beytullah'ta ben...



Bir sağnak misâli selâm yağmuru,

Gönüller yıkanmış, kalpler dupduru.

İhlâs ateşinde, nice hamuru;

Pişiyorken gördüm... Beytullah'ta ben...



Yaş desem... Yaş değil, gözlerden akan,

Bir sel ki, günahlar bendini yıkan...

Kâbe göklerinden, semaya çıkan;

Merdivenler gördüm... Beytullah'ta ben...



Dağlar, taşlar, vecde gelmiş kavrulur,

Kum tanesi, ''Allah'' diye savrulur...

Göz nereye baksa, Rahman'ı bulur,

Ne zikirler duydum... Beytullah'ta ben...



Ter döktüm.. Susadım, nefsimden yana,

Başkası bir lezzet vermedi bana;

Dediler: ''Bu zemzem, şifadır cana''

İçtim kana kana... Beytullah'ta ben...



Mescid-i Haram'da dokuz minâre;

Diyor ki: ''Bendedir, gaflete çâre''

Bir günde beş kere, yürek bin pâre;

Ezanlar dinledim... Beytullah'ta ben...



Bir mânâ sarayı, Mescid-i Haram;

O ne ince nakış, o ne ihtişam...

Her kalbe, Muhammed Aleyhisselâm;

Bin taht kurmuş gördüm... Beytullah'ta ben...



Vah ki bana! Bunca yıldır gülmezdim,

Gözlerimden böyle yaşlar silmezdim.

Vah ki bana! Huşû nedir bilmezdim;

Tattım o lezzeti... Beytullah'ta ben...



Yıllar geçti, aramakla özümü;

Dünya malı kör etmişti gözümü,

Unutmuştum, ''Kâlû Belâ'' sözümü;

Gör ki hatırladım... Beytullah'ta ben...



Çekildi kapımdan, şeytân-ı kebir,

Çekildi kanımdan, zorbalık cebir,

Ne bir hased kaldı, ne gurur kibir;

Yerle yeksan oldum... Beytullah'ta ben...



Bir zaman derdim ki: ''Yâ Rabbî neden,

Bir daha istiyor, bir kere giden?''

Meğer bilemezmiş, insan gitmeden;

Aldım cevabımı... Beytullah'ta ben...



Gördüm ki; bu dünya bir oyalanma,

Halime bakıp da, mutluyum sanma.

Bedenim Kâbe'den uzakta amma;

Gönlümü bıraktım... Beytullah'ta ben...

Tövbe Etmenin Zamanı

Bir veli; otuz senelik bir terziye sormuş.Neden hala tövbe etmiyorsun da günahlı hayata devam ediyorsun? - Nasıl olsa demiş terzi,can boğaza gelinceye kadar tevbenin vakti var.o zaman tövbe eder,kurtulurum demiş. Allah dostu sormuş:sen kaç senedir terzilik yapıyorsun? -otuz sened...ir.-bu kadar zaman içerisinde elin en çok neye alıştı.-makasla kumaş kesmeye: Allah dostu sormuş:-canın boğaza geldiği anda eline bi makas verseler yine kolayca kumaş kesebilirmisin? omuzlarını silkmiş 30 senelik terzi :-öylesine korkulu bi anda kumaşı doğru kesemem ki! Allah dostu taşı gediğine koymuş:- peki 30 senedir yaptığın bir işi o anda doğru yapamıyorsun da, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi nasıl yapacaksın o anda

19 Ocak 2011 Çarşamba

Şeytan ve Vesvese

Şeytanın bir insana, bilhassa mü’mine karşı oynayacağı son oyun, kullanacağı son siper, son mevzi ve silah, vesvesedir.

O, küfür ve dalâlet adına alt edemediği kimseye karşı çaresizliğinin ifadesi olarak ‘vesvese ’ ok ve mermisini kullanır.

Şeytan’ın Yaratılış Hikmeti

Şeytan, “uzak olmak, muhalefet etmek” veya “yanmak ve helâk olmak” mânâlarına gelmektedir.1 Şeytan ile eş anlamlı kullanılan İblis kelimesi ise “ümitsiz ve kederli olmak”2 demektir. Şeytan ve İblis, Allah’ın rahmetinden uzak olan ve helâke sürüklenen varlıklardır. İnsana dışarıdan gelen ve onu yönlendiren düşünce ve duygular iki şekildedir: Rahmanî veya Şeytanî. Rahmanî olan güzel duygu ve düşünceler Allah’tan ilham şeklinde tecelli eder. Bunlarla Allah Tealâ, kuluna, doğru yolu bulması, iyiyi ve güzeli hayatında gerçekleştirmesi için yardım eder. Şeytan da insanoğlunu, Allah yolundan ve rızâsından uzaklaştırmak için gayret eder. Onun aklına olmadık düşünceler, kalbine de olumsuz duygular sokar.3 Kur’ân-ı Kerîm’de ilk isyan ve küfrün İblis’ten geldiği belirtilmektedir.4 Meleklerin arasında bulunan İblis’in Allah’ın emrine karşı gelerek, Âdem’e secde etmemesi olayında İblîs’in “melek mi, cin mi” olduğu İslâm âlimleri tarafından tartışılmıştır. Zîrâ âyette İblis ile melekler beraber zikredilmektedir.5 Bu âyetten hareketle bazı müfessirler, İblis’in de önceleri bir melek olduğunu (hattâ isminin Azâzil olduğunu), bu isyandan sonra meleklik sıfatını kaybettiğini ve kendisine Allah tarafından farklı özellikler verildiğini iddia etmişlerdir.6 Fakat Kehf Sûresi’ndeki



كاَنَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أمْرِ رَبِّهِ “

O (İblis), cinlerdendi. Rabbinin emrinden dışarı çıktı.”7 şeklindeki âyeti delil alan bazı müfessirler ise, İblîs’in melek değil, cin türünden ayrı bir varlık olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrıca meleklerin yaratılış özellikleri arasında “Allah’ın emrine karşı çıkmamak ve emredileni yerine getirmek”8 vasfı da bulunmaktadır. O hâlde isyankâr İblîs’in, önceleri melek türünden bir varlık olamayacağı anlaşılmaktadır.9



Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “Melekler nurdan, cinler ise öz ateşten yaratıldı. Âdem de (Kur’ân’da) size anlatılan şeyden (topraktan) yaratıldı.” buyurmuşlardır.10 Şeytan da cinlerden olduğuna göre, onun da yaratılışı ateştendir. Yine hadîste “Kızgınlık Şeytandandır. Şeytan ise ateşten yaratılmıştır. Ateş su ile söndürüldüğü gibi, sizden biri kızdığı zaman hemen abdest alsın.”11 tavsiyesi yapılmıştır. Demek ki öfke ve kızgınlığın kaynağı da Şeytandır. Nitekim bu husustaki bir başka hadîs



إذاَ إشْتاَطَ السُّلْطاَنُ تَسَلَّطَ الشَّيْطاَنُ

“Sultan öfkelenip kızınca, Şeytan ona musallat olur (böylece hak ve adaletten ayrılır.)”12 şeklinde nakledilmektedir. Şeytan, Âdem’e secde etmeme sebebini açıklarken “kendisinin ateşten, insanın çamurdan yaratıldığını”13 belirterek, yanlış kıyas yapmıştır. Şeytan’ın bu kıyası kabul edilecek olsa dahi, toprak üretken, ateş ise tüketen yani tahrip olduğu için, müsbet olarak üretken olan imâr (toprak), menfi anlamdaki tahripten (ateşten) daha evlâ olmalıdır. Şeytan, Allah’ın “Âdem’e secde et!” emrine uymadığı için meleklerin arasından kovulup sürgün edilmiştir. Ancak o da imtihan dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife edinmiştir.14 Böylece Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır.15 Belki Şeytan yaratılmasaydı, insanın yaratılmasının da bir hikmeti olmazdı. Zîrâ, Allah’ın (celle celâlühü) asla günah işlemeyen ve Şeytan’ın vesvesesine maruz kalmayan melekler gibi sayılmayacak kadar çok mahlûkâtı vardır. Dolayısıyla “Neden Şeytan yaratıldı.” diyemeyiz. Nasıl umum bedenin sıhhati ve bu sıhhatin devamı adına cüz’î bir şer sayılan, kangren olmuş eli veya kolu kesiyoruz; aynen öyle de, getirdiği büyük netice ve faydalara binaen, birtakım şerlerden dolayı Şeytan’ın varlığı da aynı hikmete mebnidir.16



Allah (celle celâlühü), yarattığı insanların mahiyetlerinde gizli bulunan kabiliyetlerin inkişafı, gelişmesi ve özlerinin ortaya çıkması için de, karşılarına bir tahrik ve teşvik unsuru ve bir terakkî vesilesi olarak Şeytan’ı çıkarmıştır. İçindeki kibir ve isyan ukdesini dışa vuran Şeytan, yaptığı işi şuurlu olarak yapmaktadır. İnsanoğlu, insan-ı kâmil mertebesini bu ezelî hasmına karşı verdiği mücadele ile elde etmektedir. Zîrâ Hz. Ebû Bekirler böyle yetişmiş, Ebu Cehiller de böyle çoğalmıştır. Dolayısıyla Ebu Cehil’in kendi irâdesinin sevkiyle Cehennem’e sürüklenmesinde Şeytan’ın rolü olduğu gibi, Hz. Ebu Bekir (ra) gibi elmas ruhlu binlerce evliyanın, Cennetlere yükselmesinde de Şeytan’la mücadelenin fonksiyonu vardır. Şu hâlde şer olan, Şeytan’ın yaratılması değil, ona tâbi olup şer fiileri işlemektir. Nasıl ki herhangi bir cinayetin mesulü, o cinayette kullanılan bıçak veya tabanca değil, cinayeti işleyen kişidir. Aynı şekilde, Şeytan da insanın işlediği şerlerde vasıtadır. Olaylarda Şeytan âdi birer sebep olup, hakikî illet insanın iradesidir. Şeytan, inanmış, iman ve akide açısından kuvvetli, Allah ile irtibatı kuvvetli, ibâdetlerini yerine getiren mü’minin kalbine girip, onu küfre sevk edemez. Belki mü’mine vesvese oklarını göndererek bu oklara ma’ruz kalan vesveseli mü’minin başka zamanlarda aklına gelmeyen şeyleri aklına düşürebilir. O hâlde Şeytan’dan gelen vesveselere karşı da uyanık olmalıyız. Nitekim Şeytan şöyle der: Ben mal sahibine üç şeyde vesvese vermeye çalışırım. Malı helal olmayan yerden edinmesine uğraşırım. Malı hak olmayan yerlere harcatmaya çalışırım. Mala karşı içine sevgi ve muhabbet veririm ki hayır yollarına harcamasın.17 Bunlar Şeytan’ın vazifesi ve vesvesesidir.



Vesvese ve Kaynağı

Vesvese, “şüphe, tereddüt, gizli söz, kişinin içinden geçen düşünceler” mânâsında insanı kötü, din ve ahlâk dışı davranışlara yönelten his ve duygulardır. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı Şeytan’dır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Şeytan’ın Hz. Âdem ile Havva’ya verdiği vesvese anlatılırken “Rabbin sizi bu ağaçtan yemenizin yasaklamasının sebebi: (yediğiniz takdirde) iki melek olacağınızdan veya cennette ebedi kalacağınızdandır.”18 şeklinde haber verilmektedir. Görüldüğü gibi vesvesenin ilk kaynağı Şeytan’dır. Zîrâ kendisinin ulaşamadığı Cennet nimetini kıskanarak, insanın Cennet’te devamlı kalmasına razı olmadığı için, insanı vesvese ile kandırmaya ve Cennet’ten çıkarmaya çalışmıştır. Bununla birlikte vesvesenin bir diğer kaynağı ise kişinin kendi nefsidir. Kur’ân’da bu meseleye şöyle değinilmektedir.



وَلَقَدْ خَلَقْناَ الإنْساَنَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ

“Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine vesveselerini (fısıldadıklarını) biliriz.”19 Buradaki fısıltı, vesvese kişinin gönlünden geçirdiği kötü ve gizli duygulardır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda “Kişinin içinden geçirdiği kötü duygular (şirk, yalan, talan v.s.) fiiliyata dökülmedikçe sorumluluğu yoktur.”20 buyurarak, elde olmayan sebeplerle hatıra gelen düşüncelerden dolayı vebal olmadığını belirtmişlerdir. Sahabe-i kiramdan bazıları Hz. Peygamber’e gelerek, söylemesi dahi günah olan bazı söz ve düşüncelerin zihinlerine geldiğinden bahsetmişler. Peygamberimiz de böyle duyguların Şeytan’dan fısıldandığını ve bunun da imandan kaynaklandığını söylemişlerdir. Demek ki kötü veya günah olan şeyleri düşünmek günah değil, bizzat kötülüğü yapmak günahtır. Böyle düşünceler kalbden inanarak değil, Şeytan’ın fısıldamasıyla meydana gelen vesveselerdir. Vesvese, Şeytan’ın insan kalbini kurcalaması ve hayâl aynasına bir kısım resim ve manzaralar atmasına benzer. Bu da Şeytan’ın insana, bilhassa mü’mine karşı dünyada yaptığı bir oyundur. Çünkü Şeytan, küfür ve dalâlet adına alt edemediği mü’mine karşı çaresizliğinin ifadesi olarak ‘vesvese’ okunu kullanmaktadır. Nitekim vesvese kâfirde olmaz. Kâfirin küfrü vesvese değil, bilakis hesaplı, plânlı ve inadî bir küfürdür. Ayrıca Şeytan inanmış, iman ve inanç yönüyle tam, ibâdetlerini yerine getiren mü’minin kalbine girip, onu küfre sevk edemez. Ancak kalbini bulandırır ve ibâdetlerindeki huzurunu bozmaya çalışır. Şu halde abdest ve namazda “Eksik mi yaptım?” şeklindeki vesveselere önem verilmemelidir. Şâyet böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama devamlı oluyorsa, o zaman hiç vesveseye meydan vermeden, o uzvun yıkandığı kabûl edilmeli ve namazın da tamam olduğu kanaatıyla hareket edilmelidir.21 Cebrail (as) Peygamberimiz’e abdesti öğrettiğinde, bevl sızıntısından hasıl olacak vesveselerin önlenmesi için, abdest aldıktan sonra elbisesinin altına su serpmesini emretmişti.22 Zîrâ Şeytan, mü’minde iman cevheri, ibâdet hazinesi, namaz ve dine hizmet aşkı olduğunu bildiği içindir ki, karşı taarruza geçmektedir. Şeytan’ın yaptığı, fenalıkları süsleyip-püslemek, allayıp-pullamak, cazip ve çekici göstermektir. Şu hâlde gelip geçiciliği bilindiği zaman vesvesenin mü’mine zararı olmaz. Vesvese, mü’minin gözünde üflemekle uçup giden tüy kadar zayıf olmalıdır. Mü’min Şeytan karşısında ye’se düşüp, “Artık ben mahvoldum!” deyip, mağlûbiyeti kabûl etmemelidir. Bilakis mukavemet göstermeli ve böyle bir şey arız olduğunda, mesela çok kızdığında ayakta ise oturmalı, oturuyorsa uzanmalı veya kalkıp abdest almalı ve iki rekât namaz kılmalıdır.23 Hadîste: “Abdest sırasında vesvese veren bir Şeytan vardır ki adı “el-Velehân”dır. Öyleyse suyun vesvesesinden (uzuvların yeterince yıkanmadığı vesvesesini atandan) kaçının!.”24 şeklinde ikaz edilmektedir. Şu hâlde özellikle abdest ve ibadetteki tereddüt ve vesvese Şeytan’dan kaynaklanmaktadır. Ezan okunduğunda Şeytan’ın kaçtığı, ezan bitince vesvese vermek üzere geri döndüğü ve insanın nefsine (kalbine) girerek falan şeyi hatırla, falan şeyi hatırla diyerek, kişinin kaç rekât namaz kıldığını unutturduğu da haber verilmektedir.25 Demek ki Şeytan namazda dahi musallat olabilmektedir. Bazen de insî ve cinnî şeytanlar vesveseyi şöyle vermektedir: Geçmiş gelecek hep masal, bir daha dünyaya gelecek değilsin. Geçen de geçti, sen şimdi yaşamana bak ve dünya nimetlerinden istifade et!.



İnsî ve Cinnî Şeytanların Vesveseleri

Kur’ân-ı Kerîm’de Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

وَكَذاَلِكَ جَعَلْناَ لِكُلِّ نَبِىٍّ عَدُوًّا شَياَطِينَ الإنْسِ وَالْجِنِّ يوُحِى بَعْضُهُمْ إلىَ بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراً. وَلَوْ شاَءَ رَبُّكَ ماَ فَعَلوُهُ.

“Böylece Biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı.”26 Burada peygamberlere dahi insan ve cin şeytanlarının düşmanlık yaptıkları açıkça beyan edilmektedir. Demek ki Allah’ın en seçkin kulları olan peygamberler, İlâhî hakikatleri tebliğ ve yaşatma uğruna büyük mücadeleler sergilemişlerdir. Burada ifade buyuruluğu gibi Allah dileseydi o “insan ve cin şeytanları” düşmanlık yapamaz, aldatıcı ve kandırıcı telkinlerde bulunamazlardı. Allah’ın bunları peygamberlere düşman kılması, bir yandan peygamberlerin güçlükler karşısındaki sabır ve kararlılıklarını ölçmek; bir yandan da her bir ümmete, üstün ideallere ağır meşakkatleri, güçlü direnişleri yenerek ulaşılabileceğini; kişinin değerinin de bu yoldaki azim ve sebatıyla ortaya çıkacağını göstermektir. Allah’ın hikmetli yaratışı ve bu yaratmanın bir eseri olan insan aklı ve mantığı uyarınca, peygamberlerle onlara uyanların iman ve amellerinin değer kazanması için böyle bir mücadele gereklidir.27



Hz. Peygambere “Ya Resulallah! Vesveseye müptelayım.” diyen Sahabe-i Kiram’a Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): تِلكَ مَحْضُ الإيمانِ “Endişe edilecek bir şey yok. O mahz-ı imândır, imânın ta kendisidir.”28 buyurmuşlardır. Çünkü Şeytan kupkuru ve bomboş kalblerle uğraşmaz, sermayesiz kimselere vesvese okları göndermez. Bir gün Peygamberimiz Ebu Zer el-Gıfari’ye “İnsî ve cinnî şeytanların şerrinden Allah’a sığındın mı?” deyince Ebu Zer (r.a) hayret ederek “İnsanlardan da Şeytan var mıdır?” demiştir. Bunun üzerine Peygamberimiz de “Evet, vardır (belki de daha şerlidir)” buyurmuşlar.29 Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Nâs Sûresi’nde sinsice kötülüğe sürükleyen cinlerin ve insanların şerrinden Allah’a sığınılması öğütlenmektedir.30 Bu sûrede insanların rablerinin de hükümdarlarının da ilâhlarının da sadece Allah olduğu ve yalnızca O’na sığınmak, O’na bağlanmak O’nun hükümranlığını tanımak gerektiği vurgulanmaktadır. Zîrâ Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), her insanın kendine ait bir cini (şeytanı) bulunduğunu bildirmiştir31 Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir defasında “Kocası gurbette olan (yabancı) kadınların yanına girmeyiniz. Çünkü Şeytan, her birinizin içinde, vücudunda kanın dolaştığı gibi (kendini hissettirmeden) dolaşır.” buyurmuştu. Sahabe-i kiram da “Sende de dolaşır mı ey Allah’ın Resülü? deyince, bu defa وَمِنِّى وَلَكِنَّ اللّٰهَ أعاَنَنِى عَلَيْهِ فَأسْلَمُ

“Bende de (dolaşır), ancak Allah bana yardım etti de onun şerrinden selamette kaldım.”32 buyurmuşlardır. Ayrıca bir başka hadîste

كَلُّ بَنِى آدَمَ يَمَسُّهُ الشّيطانُ يَوْمَ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ إلاَّ مَرْيَمَ وَابْنَهاَ

“Her doğan çocuğa Şeytan mutlaka temas eder. Ancak Meryem ve oğlu (İsa) bundan müstesnadır.”33 şeklinde haber verilerek, Şeytan’ın Hz. Peygamber, Hz. İsa ve annesine (Meryem’e) dokunamadığı belirtilmektedir. “Ömer bir yola girdi mi, Şeytan o yolu bırakır başka yola girer.”34 buyuran Hz. Peygamber, “İnsî ve cinnî şeytanların Ömer’den kaçtığını görüyorum.”35 diyerek, Hz. Ömer’in imanını ve Şeytan’a karşı kuvvetini anlatmaktadır. Demek ki Kur’ân ve marifetullah ile dolu bir kalbe Şeytan nüfuz edemez. Şu hâlde mü’minler Şeytan’ın kışkırtmalarına karşı daima dikkatli ve ihtiyatlı bulunmalıdır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bir sefer dönüşü ashabıyla gece istirahata çekildiğinde Bilal-i Habeşi’yi sabah namazına kaldırması için nöbetçi bırakmıştı. Hz. Bilal de yorgunluktan uyuyakalınca, güneş doğmuş ve sabah namazı geçmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz:

إنَّ هَذاَ وَادٍ بِهِ شَيْطاَنٌ“Burası Şeytanlı bir vadidir (Şeytan saltanat kurmuştur)”36 buyurarak, topluca oradan uzaklaşmışlar ve namazlarını cemaatle kaza etmişlerdi. Hikmet-i İlâhî böyle bir hâdise, Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ilk ve son olarak vuku bulmuştur. Şu hâlde her zaman Şeytan’ın manyetik alanına karşı dikkatli olunmalı ve bilmeyerek içine girilmişse, çarçabuk oradan uzaklaşılmalıdır. Gaflet ve dikkatsizlik, Şeytan’ın ve Şeytanî hislerin avı ise, evrad u ezkâr, Allah’ı zikir ve O’nunla irtibat, bütün şer kuvvetlere karşı bir kalkandır.



Vesveseden Korunma Yolları

Kur’ân-ı Kerîm’de Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:



وَإماَّ يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطاَنِ نَزْغٌ فاَسْتَعِذْ بِاللّٰهِ

“Eğer Şeytan’dan bir fit (vesvese) gelip seni dürterse hemen Allah’a sığın.”37 Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ise: فَإذاَ ذَكَرَ اللّٰهَ خَنَسَ عِنْدَهُ “Âdemoğlu Allah’ı zikrettiğinde Şeytan yanından gizlenir, siner.”38 şeklinde haber vermektedir. Şu hâlde Şeytan’ın vesvesesinden emin olmak için öncelikle açıktan zikir olan cemaatle namaz ihmal edilmemeli ve özellikle “nâs” ve “falak” sûrelerine devam edilerek Kur’ân ile irtibat kesilmemelidir. Peygamberimiz

الشَّيْطاَنُ يَهُمُّ بِالوَاحِدِ وَالْإثْنَيْنِ فَإذاَ كاَنوُا ثَلاَثَةً لَمْ يَهُمَّ بِهِمْ

“Şeytan bir veya iki kişiyi aldatmaya yeltenebilir. Üç kişi (cemaat) oldu mu onlara musallat olamaz.”39 buyurmuşlardır. Bir başka rivâyette de:

إنَّ الشّيْطاَنَ ذِئْبُ الإنْساَنِ كَذِئْبِ الْغَنَمِ وَعَليْكُمْ

بِالْجَماَعَةِ وَ العاَمَّةِ وَالْمَسْجِدِ

“Şeytan insanın kurdudur. Tıpkı koyunlara saldıran kurt olduğu gibi (kurt, sürüden ayrılan koyunu yakaladığı gibi, o da cemaatten ayrılanı kollar) Siz cemaatten, sevad-ı azamdan ve camiden ayrılmayın!”40 buyrulmuştur. Cemaat de Kur’ân ve Sünnet çizgisindeki “sevad-ı azam” denilen büyük topluluklardır. Nitekim vesvese, daha çok kendini can ü gönülden dine vermiş, dizginleri Şeytan’ın elinden koparıp almış, Allah’a (celle celâlühü) karşı ubudiyetini az çok yapan ve iman mevzûunda da terakki edip saffete ulaşan bazı Müslümanlarda olur. Demek ki vesvese, biraz da iman babındaki derinlik ve kabiliyete karşı Şeytan’ın bir kıskançlık ve reaksiyonu olmaktadır. Vesvese, bazen asabî ve hassas ruhlarda, bazen de fazla gıda alan nefisperestlerde olur. Ancak Şeytan inanmış, iman ve akide zaviyesinden ma’mur, ibâdetlerini yerine getiren mü’minin kalbine girip, onu küfre sevkedemez. Şeytan, hiçbir zaman mü’minin kalbinde Allah’ı (celle celâlühü) marifet ve muhabbetinin, Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) Sünnet’ine ittiba ve iktida düşüncesinin yerini alamaz. Ona ibâdetlerini terk ettirme mevzuunda başarı kazanamaz. Çünkü mü’min, her şeye rağmen sürekli terakkî etmekte, Allah’a (celle celâlühü) kurbiyet kazanmakta ve manen yükselmektedir. Bununla birlikte vesvese, hassas fıtratların mahiyetinde, âhir ömre kadar terakkilerine medar olabilecek bir zemberek kabul edilmelidir. Tıpkı saat zembereği gibi insanın kalbi de vesveseyle kurulduğu sürece daimâ çalışır ve onu ileriye, daha ileriye götürür. Çünkü bu sayede imtihan ve mücadele ölünceye kadar devam eder. İtikadı sağlam, ameli yerinde ve nefsini teslim almış bir mü’minde böyle bir “Cihad-ı Ekber”i yaptırtan kaynaktır. Bu yönüyle de vesvese, insanı daima müteyakkız ve uyanık tutar. Böyle bir vesvese, kendine has tutarsızlığıyla bilindiği zaman zararlı olmaz. Çünkü Kur’ân’da, “Muhakkak, Şeytan’ın hilesi zayıftır.”41 şeklinde haber verilmektedir. Şu hâlde vesvese, bir araya toplanıp sonra dağılıveren bulutlara benzer. Üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir dert hâline getirmediğiniz zaman, vesvesenin hiçbir zararı olmaz.42 Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “Şeytan sizden herhangi birine gelir de: ‘Bu koca kâinatı yaratan, düzene koyan kim?’ der. Sen de ‘Rabb’im olan Allah’tır.’ dersin. Hattâ sonunda Şeytan: ‘Rabbini kim yarattı?’ der. Şeytan’ın vesvesesi bu hâle gelince, euzu besmeleyi çekerek Allah’a sığının!”43 tavsiyesini yapmışlardır. Bu da itikadî açıdan Şeytan’ın mü’mine zarar veremeyeceğini göstermektedir.



Sonuç

Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de Şeytan’ın insana düşman olduğunu belirterek,44 onun peşinden gidilmesini yasaklamıştır.45 Böylece onun kışkırtmalarına ve dürtmelerine karşı uyanık olunması istemiştir. Şeytan’a karşı en önemli silâh, başta güçlü bir iman; Allah ile irtibat, her türlü dinî ve dünyevî konularda doğru ve yeterli bilgiler ile dinî ve ahlâkî duyarlılık gerekmektedir. Bu donanıma sahip olan insanlar, kendilerini Şeytan’ın kışkırtmalarından koruyacak kudret ve imkânı, Şeytanî baskılara karşı direnecek irade gücünü de kazanmış olurlar. Zîrâ Şeytan son derece kurnazca hileli, aldatıcı yollara başvurarak insanları yoldan çıkaracağına yemin etmiştir.46 Ancak ihlâslı, Allah rızâsını bütün ölçülerin üstünde tutan gerçek dindarları yoldan çıkaramayacağını da özellikle belirtmiştir.47 Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): “Kim bir kötülük yapmayı içinden geçirir de bunu yapmazsa Allah ona bir tam iyilik (hasene) yazar.”48 buyurarak, Şeytan’ın kışkırtma ve vesvesesiyle meydana gelecek olan kötülükten, samimi ve temiz yüreklikle vazgeçebilenlere bir müjde vermektedir. Öyle ise, Şeytan vesveselerle taarruza geçtikçe, biz de Allah ve Resûlü ile irtibatımızı kuvvetlendirmeli ve maneviyatımızı güçlendirmeliyiz. Meselâ, namazda Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) Mi’rac yolculuğunu hatırlama vesveseyi kesebilir. Keza eûzü besmeleye içtenlikle devam, Şeytan’ın uzaklaşmasına vesile olacaktır.



O hâlde vesvesenin üzerinde durmak değil, aksine, tam tersi istikamette yürümek lâzımdır. Vesveseye hiç önem vermeden, yapılan amel eksik bile olsa, mezhep imamlarından birinin görüşüne uygundur deyip geçmek, vesveseyi ortadan kaldıran en güzel davranışlardan biridir. Meselâ Şafii Mezhebi’nde abdestte niyet ve tertip farz olmakla birlikte, Hanefî Mezhebi’nde Sünnet kabul edilmektedir. Dolayısıyla Şafiî Mezhebi’ne mensup bir kişi abdest aldıktan sonra önceden niyet yapıp yapmadığında tereddüt etse, Hanefi Mezhebi’nde niyetin Sünnet olduğunu düşünerek, vesveseye kapılmadan abdestinin tam olduğu kanaatine varabilmelidir. Bunun için de elbetteki ilim gerekir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):



فَقِيهٌ واَحِدٌ أشَدُّ عَلىَ الشَّيْطاَنِ مِنْ ألْفِ عاَبِدٍ

“Tek bir fakih (âlim), Şeytan’a bin âbidden daha yamandır (aldatması zordur).”49 buyurarak, marifetle olan ilmin Şeytan’a karşı da muhkem bir zırh olacağı belirtilmiştir. Şu hâlde Şeytan’ın iğvası ve vesvesesi, Kur’ân ve Sünnet bilgisinden uzak olan kimselerde daha fazla görülür. İslâm’ın güzelliklerini ruhunda yaşayan kimselerde ise Şeytan’ın vesvesesi uzun ömürlü olmaz ve zarar vermez.



*Araştırmacı-Yazar

msarik@yeniumit.com.tr



Dipnotlar

1. Ragıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s. 264.

2. Ragıb el-İsfehanî, el-Müfredât, s. 70.

3. Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı, I, 295.

4. Bkz. Bakara 2/34.

5. Bkz. Sâd 38/73-74.

6. Bkz. İbn Kesir, Muhtasar, I, 53.

7. Kehf 18/50.

8. Tahrîm 66/6.

9. Bkz. Kurtubi, el-Cami li ahkâmi’l-Kur’ân, I, 294.

10. Müslim, Zühd, 60.

11. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 226.

12. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 226.

13. Bkz. Araf 7/12.

14. Bkz. A’râf 7/11-17.

15. Bkz. En’âm 6/112.

16. M. Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde, I, 199.

17. Bkz. Gümüşhanevî, Ramuzu’l-ehâdis, II, 332.

18. Araf 7/20.

19. Kâf 50/16.

20. Müslim, İman, 201.

21. Bkz. Mevsilî, el-İhtiyar, I, 11.

22. Bkz. İbn Mace, Taharet, 57.

23. Bkz. Tirmizi, Fiten, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 226.

24. Tirmizi, Taharet, 43.

25. Buhari, Ezân, 4.

26. En’am 6/112.

27. Bkz. Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, II, 361.

28. Müslim, İmân, 211.

29. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 178.

30. Nâs 114/1-6.

31. Darimi, Rikak, 25.

32. Tirmizi, Rada, 17; Benzer rivâyet Müslim, Münafıkun, 70.

33. Buhari, Enbiya, 44; Müslim, Fezâil, 147.

34. Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 22.

35. Tirmizi, Menakıb, 18.

36. Muvatta, Vukûtu’s-salat, 26; Benzer rivâyet için bkz. Müslim, Mesacid, 309.

37. A’raf 7/200.

38. Bkz. Suyuti, Fethu’l-Kebir, II, 185.

39. Muvatta, İsti’zân, 36.

40. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 233.

41. Nisa, 4/76.

42. Bkz. Gülen, M. Fethullah, İnancın Gölgesinde, I, 210.

43. Müslim, İman, 214.

44. Fâtır 35/6.

45. Bakara 2/168.

46. Bkz. Hicr 15/40.

47. Bkz. 38/83.

48. Buhârî, Rikak, 31.

49. İbn Mace, Mukaddime, 17.
 
KAYNAK:
 
YENİ ÜMİT DERGİSİ

Gerçekilimler İletişim Kutusu

Gerçek İlimler Hakkında



Gerçek İlimler nedir?

      Gerçekilimler.blogspot.com dualarınıza muhtaç, günahkar bir kulun kişisel islami blogudur.Gerçekiilimler 0cak 2010 tarihinde yayın hayatına başlamıştır.Gerçekilimler.blogspot.com sitesinin kuruluş amacı olarak okuyucularına az da olsa islamiyet konusunda bilgi aşılamak ve okuyucunun islamiyet konusunda bilgi alanını genişletmek amacı içerisindedir. Bu vizyon içerisinde konularını okuyucularına sunar.Gerçekilimler konuları kaynaklarına dayandırarak ve islamın sınırları dışına çıkmamaya özen gösterir.
        Kaynak olarak bir çok hadis kitaplarına, ansiklopedilere, Diyanet İşleri Bakanlığı'nın yayınlarına, islamiyet yazar kitaplarına, takvim yapraklarına, islami sohbetlere, islami vaazlara ve islami siteleri kullanır.Yazı kaynaklarında ağırlıklı olarak Diyanet İşleri Bakanlığı'ın yayınlarına ağırlık verir.
       Site kuruluş amacını okuyucularına islamiyet ve ilim hakkında bilgi vermek gayesinde olup, ticari amaçlar içerisinde bulunmaz.Site üzerinde yapılan para kazanımları direk olarak İHH, Kimse yok mu?, Denizfeneri vb. hayır kurumlarına verilir.Verilen bağışlar makbuz , dekont vb. resmi evraklarla okuyucularına duyurur.
  • Sizde, içeriği sitemize uygun özgün yazılarınızı sitemizde yayınlatabilir ve sitemize yazar olabilirsiniz.Bunun için iletişim bölümünden bize ulaşın.
  • Gercekilimler sitesinde bulunan yazıları ticari amaç taşımadan kaynak gösterek sitenizde veya internet ortamında yayınlayabilirsiniz

Yazılar Hakkında
Gercekilimler.blogspot.com sitesinde bulunan yazılar,videolar ve resimler bir çok kaynaktan alınmaktadır.Bu alıntılar kayanak göstererek yayımlanmaktadır.

İletişim Bilgileri
  • Twitter : Twitter.com/gercekislamiyet
  • Facebook : Facebook.com/turkey.ozcan
  • Formspring : Formspring.me/ozcanozcan51
  • Gmail : ozcanozcan1992@gamil.com

Gerçekilimler Gizlilik Belgeleri
  • Gerçekilimler sitesinde bulunan yazılar ve bilgiler kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
  • Gerçekilimler.blogspot.com sitesinde yapılan yorum, site dışında kabul edilir ve yorumlardan yorum yapanlar sorumlu olurlar.

Yeminin Kefareti

Sözlükte kuvvet, sağ taraf gibi anlamlara gelen yemin, dini bir kavran olarak, bir kimsenin Allah'ın adını anarak sözünü kuvvetlendirmesi demektedir."Vallahi,billahi,tallahi, Allah şahit, Allah hakkı için,Allah adına yemin ederim." gibi ifadeler böyledir. Bir kişi telaffuz etmediği sürece, sadece hayalinden geçirdiği şeylerle yemin etmiş olmaz.Aynı şekilde, günlük hayatta dil alışkanlığı sebebiyle söz arasında "vallahi" şeklinde söylenen sözlerle de bir kasıt bulunmadığı için  kefaret gerekmez. Kur'an-ı Kerim'de, kayıtsız olarak ağzınızdan  çıkıveren yeminlerden dolayı sorumlu tutulmayacağı bildirilmiştir(Bakara,2/225;Maide,5/89).Bununla  birlikte,ağız alışkanlığı ile konuşurken ikide bir yemin edenlerin bu alışkanlıklarından vazgeçmek için  çalışmaları gerekir. Yemin kefareti, on fakiri sabah akşam günde iki öğün doyurmak yahut bir fıtır sadakası miktarın az olmamak üzere bu yiyecek bedeli onlara vermektir.Buna gücü yetmeyen kimse ise, yemin kefareti olarak, ara vermeden üç gün oruç tutar.

Allah Celle Celalühü tanımak

      Allah Teala, kullarını lutfuyla kendini kendini bilmeye teşvik etmiş etmiş ve bunu kazanmanın yolunu öğretip o şanı yüce kitabında şöyle buyurmuştur:
  • "O, onları bildi, onlar O'nu tanımayıp inkar ettiler"(Yusuf suresi;ayet:58),
  • "Onları simlarından tanırsın."(Bakara suresi;ayet:24) ,
  • "Hakkı anladıklarından gözlerinin yaşla dolup boşandığını görürsün"(Maide suresi;ayet:83)
  • "Hiç küfürle ölü olup, kendisini hidayete dirilttiğimiz ve ona, insanlar arasında yürüdüğü bir iman verdiğimiz kimse , karanlıklar içinde kalmış olan ve ondan bir türlü çıkamayan kimse  gibi olur mu?"(En'am sures.; ayet:122),
  •  "Allah, kime hidayet yaratmazsa, artık onun için hiç bir nur yoktur."(Nur suresi; ayet:40),
  • "Biz emaneti, göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklemekten çekindiler ve ondan korktular; insan onu yüklendi.Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir."(Ahzab suresi; ayet:72)
  • "Gerçekten Allah her şeyi işitici ve şeyi görücüdür."(Mü'min suresi; ayet:20)
    
     Yine Allah kudsi hadisinde şöyle buyurdu:"Ey ademoğlu, kim kendisini bilirse, muhakkak Beni bilir.Beni bilen de ancak Beni ister.Beni isteyen de mutlaka Beni bulur.Beni bulan da her dilediğine ulaşır.Benden başka isteklerinin üstesinden gelemez.Ey ademoğlu, alçak gönüllü ol, Beni tanırsın; aç kal,Beni görürsün; Bana ibadet etmek için yalnız kal, bana ulaşırsın. Ey ademoğlu, kendini bilen şübhesiz Beni de bilir.Nefsini terkeden  muhakkak beni bulur.Beni bilmek, tanımak için kendini bil, kendini tanı ey insan!Ey ademoğlu, kimin kalbinde benim mariferetim silinmişse , o kimsenin kalbi körleşti demektir.Ey ademoğlu , kim bizim mafiret evimize girerse , ondan topyekun korku , ve hüzün gider ve emniyette olur.Ey Davud! Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi, tanınmayı istedim de kainatı, mahlukatı yarattım.Beni bilsinler tanısınlar diye .Ey Davud! Faydalı ilim öğren. Böylesi ilim; celalimi,azametimi, büyüklüğümü, kudretimin herşeye galip olduğunu bilmendir.İşte bu ilimdir ki, seni bana yaklaştırır.Ey Davud! Beni tanıyıp bilene , belayı ağ, sabrı da av yaparım."
    Kainatın Efendisi de Hadis-i şeriflerinde buyurdular:
  • "İlahi cezbelerden bir cezbe , iki alemin de ameline denk gelir."
  • "Ben size Allah'ı öğretirim; O'nu tanıyıp bilmekse, o, kalbin işidir."
  • "Eğer Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilseydiniz, o zaman  dualarınızla dağlar yok olurdu."
  • "Rabb'ini em çok tanıyıp bileniniz, kendini en çok bileninizdir." Dualarında da şöyle buyurdular:"Ey Seni gerektiği gibi tanıyıp bilemediğimiz, gerçekten bilinmiş olan Allah'ımız!Seni bütün eksikliklerden tenzih ederiz!"
  • "Ey Allah'ım! Ey sürekli diri ve kaim olan, ey yer ve göğü Yaratan, ey mülkün sahibi,Celal ve ikram sahibi olan Allahı'ım lutfunla kalblerimizi diriltmeni ve mafiret nurunla gözlerimizi canlandırmanı istiyoruz senden."  
  • "Allah'ım kalbime, kulağıma, gözüme,sağıma,soluma, önümde,arkamda,üstümde,altımda,derimde,etimde,kanımda, hep nur yarat!Bana nur ver!"
Dipnotlar:
  1. Cezbe: Allah'ın kulunu çekmesi  manası gelir.Bir nevi Allah huzuruna yükselme anlamıda taşır.O'an yaklaşmak, yakın olmak.Beden azaları ile gösterebilir.Bir sıçrama, titreme, ürperme, tüylerinin diken diken olması gibi.Bazende bir ses veya nida etmesidir.
  2. Celal: Büyüklük ve ululuk manasına gelir.
  3. Hidayet: Doğru yolda olmak veya yürümek.Allah'ın razı olduğu, yasaklamadığı , emirleri içerinde yol almak
Kaynaklar:
  1. Marifetname(Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.)
  2. Antoloji.com

Rabbimizi Neden Göre miyoruz?

     Görme kavrama meselesidir.İnsan belirli bir frekans ile duyabilir, belirli bir ışık dahilinde ve belirli bir görüş alanı içerisinde görür.İşte bu yaradılış diğer organlarımızda da bilirli olarak devam etmektedir.
Öncelikle “neyi görebiliyoruz, neyi işitebiliryororuz, veya neleri algılayabiliyoruz” bu sorulara cevap bulmak gerekiyor.İnsanın dişlerinde veya vucudun herhangi bir yerinde bulunan milyonlarda mikrobu görebiliyor mu?Halbuki onlarıda var eden Rabb’imizdi.

Başka bir örnekle açıklamaya çalışalım konuyu.İşte dünya durmadan büyük bir hızla dönüyor.Çıkardığı ses insanın kulaklarını delerde geçer.Fakat bu acizane durumuzu onlarıda yaratan Rabb’imiz tarafından giderilmiş.Belirli bir frekans dahilinde duyabiliyoruz.Bunu mikro olarakta düşünün.Bir karınca gidiyor ayaklarımızın altından.Yürümesinin bir ses çıkardığını biliyoruz fakat onu duyamayacağımız kadar düşük bir ses çıkardığı biliyoruz.


Aslında gördüğümüz her şey onun eseri.Görmek için kulladığımız gözünde mimarisi O’dur.İnsan dünyada bir doğaüstü güzellikleri görünce şaşırmakta.Oysa milyonda beşini görmekte olduğundan haberdar mıdır?Nerede kaldı diğer görmediklerimiz.Ama onları atlayıp direk olarak onları var edeni görmek istemek.Ah, sefil düşünce!..


Netice olarak diye biliriz ki : Allah (c.c) görülmez.Hicabı, nurdur O’nun.Siz, görseniz görseniz ancak nu görürsünüz. Mesala nefs-i emare sırrını aşmağa çalıştığınız zaman, kızıl bir nur görürsünüz; nefs-i levvameye geldiğiniz zaman mavi; nefs-i mutmainneye geldiğiniz zaman da yeşil bir nur görürsünüz.Sonrada bir seviyeye geldiniz zaman orada gördüğünüz nurun rengi ise tayin ve tespit edemezsiniz.Bunlar, ehlulllahın müşahedesidir ve ancak vicdanı tecrübelerle inkişaf eder.


Dipnotlar:


  • Nefs-i levvame: İşlediği hata ve günahlardan dolayı vicdan azabı duyan, kendini kınayan nefis.


  • Nefs-i mutmaine:Mahiyetindeki kötü duygu ve düşüncelerden temizlenmiş; güzel ahlak ile tam donanmış olarak Cenab-ı Hakk’ın yakınlığına ermiş, manevi huzur ve istikrar kazanmış nefis.


Kaynaklar:
  • Asrın Getirdiği Tereddütler 1

< >